30 Mart 2014 Pazar

Olmadı Oyun Diş Buğdayı Partisine!


     Diş Buğdayı, nam-ı diğer 'diş hediği'.(Detay seven araştırsın google'dan ben tahammülsüzüm). Çok uzun sürmedi hepimizin tanışması. Geleneğin kendisi değil, 'nerden para kazanırım' algısıyla sektörde yeni bir akım başlatanlar buldu bizi. Hiç fikir sahibi olmadan aktivite sahibi olan annelerle karşılaştık. Diş buğdayı benim tanımımla -80-90 kuşağı annelerin 2000'li çocuklarına düzenledikleri sözde gerekli özde 'ne gerek vardı kasmaya' partisi. Harbi ne gerek vardı kasmaya? 
   *
    Belki ben abartıyorum; ama senin de bu ısrarlı gereksizliğe alet olman da abartı olmuyor mu şimdi, sen de dişler buğdaylar derken bir an olsun 'n'apıyorum ya ben' demiyorsun acaba. Bu tamamen yeni dönem gençliğin elit tasdiknamesi almak için başvurduğu ve ardından düzenlediği buğday partisi aktivitesiyle kendince atladığı level ispatlaması. 
    *
    Bir grup kendi içinde doğurup doğurup parti veriyor. Doğumgünü partisi cepte. Ona laf yok. Çocuk bu; kutla neşelen, yeni bir yaş, yeni bir umut, her yeni yaşta ilerleme kaydeden bebeğin heyecanı kıyaslanamaz. Ama buğdayla dişle olacak iş değil bana kalırsa. Maddi külfet olmaktan başka, altın gününden de öteye gidemiyor amaçlanan. 
   * 
  Baby shower, diş buğdayı, karnı burnunda partisi, hoşgeldin partisi...Çevreden duyduklarım bunlar. Niceleri vardır da haberim yoktur. 
   * 
   Bu partilerde öyle iki kısır bir tepsi börekle atlatabileceğin türden değil. Dedik ya; bir sınıf atlıyorsun artık trend oluyorsun. Organizasyon şirketi vazgeçilmezin olmalı. Hatta çocuk doğmadan bütün partileri toplu paket şeklinde anlaşan var. Şirket gelip düzenli aralıklarla eşe dosta parti veriyor. Konsept aynı, renk farklı. Zevkine kalmış tabii. Çocuk uyuyor ama yatağında,dünya ne umrunda. 
  * 
 Şimdi merak ediyorum, ben bebek olsam, büyüsem sonra; annem bana 'sana diş buğdayı partisi verdik oh yedik içtik hediyeler şelale'  dese mi daha mutlu olurum ? Yoksa; 
'senin için falanca ormana elli fidan diktik çocuğum şimdi büyüdüler ağaç oldular' dese mi? 
 * 
  Cevapsız sordum ki, sen de sor bir kendine diye. Benim cevabım zaten belli. Partiye harcadığın masraf uçup gidebilir ama benim verdiğim ağaç böcek işi sadece bir örnek olabilir. Alternatif çeşitlenebilir. Senin yaratıcı gücüne kalmış.Dileğin anneler grubunda onaylanmak ve alkışlanmaksa, emin ol, o marjinal diye düşündüğün parti organizasyonundan çok daha fazla garantin var,eğer biraz kafa yorarsan.
  *
  Yetmez ama diş buğdayı.Yetmez ama fena da olmaz hani.Hemen savunmaca.Yetmez ama bu bir statü göstergesi; mecbursun. Neyin eksik 'onlar'dan.
  *
  Her geçen gün yeni bir moda akımı. Ben yerimde sayıyorum belkide, yeniye açık değilim, fakat diş buğdayı partisi tarzını da ilerlemekten saymıyorum desek daha doğru. Instagramda Berkecan'ın baby shower,Berilsu'nun diş buğdayı, facebookta albüm, devam...
  *
  Sevgili Sebastian, olmadı sen diş buğdayı partisine ver oyunu.Oldu olacağı o görünüyor. Bunlar hayatta oyalanmak için türlü-tatlı cilveler nihayetinde.Oyunu ver diş buğdayı partisine,sen de kurtul biz de. Hem ne gerek var düşünmeye; senin yerine organizasyon takımı düşünüyor -en şahanesinden!
   * 
 Yazı biraz da anlayana; anlamayan ya da anladım ama evet diyen, party hard devam edebilir; sabır herkesi kabullenmektir zaten... 
   

23 Mart 2014 Pazar

Elektroniğin Tozu



        Gelişen teknolojiyle evlerimizi elektronik eşyalarla doldurmaya günbegün devam ediyoruz.Teknoloji artık evimizin demirbaşı haline geldi. 'Tv ünitesi' terimine hepimiz aşina. Tv ünitesi, ses sistemi, konsol, ipad derken yeni bir iş kolu doğdu. 
    *
    Şimdi, girişten mütevellit, teknolojik açıdan dem vurup, wi-fi'den ihphone'a ordan onu tv'ye onu da ipad'e bağlama sırlarının yollarını anlatan bilgiler paylaşmak üzereymişim gibi bir his bende de oluşmadı değil. Lakin bende öyle mucit bilgiler, bilsem de çok barınmıyor, çok geçmeden unutuyorum ilgi alanım olmayışından. 
     *
   Bu arada son dönem moda olan paragraf arası yıldız atma işi beni de sardı; okuyucuyu teşvik ettiğinden söz ediliyor. Uyalım dedik.
     * 
   Elekronik dedik, eşya dedik. Ev dolu eşya. Neyse gün geldi tozlandı. Bazı hatun kişiler 'ben toz almam aldırtırım' derse, ona da yolu var bu geyiğin. Biri çıkıp dese ki 'elektronik eşyaların tozunun alınması' ,hem de ne! derim. Sildikçe çoğalan toz bulutu çünkü...
Sildikçe çoğalan, temiz olsun derken, sanki daha da beter bir hal böyle; tozutması. 
   Anlayamazsınız. 
   Bir de 'ıslak bezciler'le 'kuru bezciler' var. Islak bezci arkadaşlar 'ıslak bezle sil toz olmaz' derken, 'kuru bez çare' diyen var. İkisi de senelerce denendi; sonuç negatif. Islakta yapışarak türedi, kuruda havalara uçuştu. Tozu kökünden kazıyamadık türlü bir. 
     * 
  Şimdi ilk paragraftan hatırlatarak kendimi çürüterek bir sır açıklıyorum.
     *
  Elektronik eşyalarınızı streç folyoya sararak tozdan koruyabilirsiniz. Sıradan bir streç folyoyla kapladığınız ipad vs. daha sonra kullanmak üzere açabilirsiniz. 
     *
  Beyin bedava.
     *
 Saçma. Evet, zaten elektronik eşyaların yapıldığı madde de saçma bana kalırsa. Televizyon ünitesinin aç gibi toz çekmesi de tesadüf olmasa gerek. 
     *
  Şimdi uyarlama kısmına geçelim. Elektroniğin yerine çok sevdiğin birini koy. Tozdan nem kapan bizler. En ufak şeyde hallenme güdüsüne sahip iç yapımız, sevgili şuuraltımız. Silmeye çalıştığında daha da darlatan, altını silmeye çalışırken, üstü tozlanan seni sen yapan duyguların açığa vurumu. O çok kol kanat germeye çalıştığın kişinin, sana çok bir tv misali; çokça vizyon vaat eden, karşılıklı bir alışveriş hukukunun olduğu şahsın tozlanması. Zamanla silmeye çalıştığın, sildikçe bitmeyen,
   ve sonunda az biraz tozla kalan ' neyse sonuçta tozunu aldım' dediğin seninkiler.
    * 
   Alamadın. Sonuç: Toz alma eyleminin bir sıradan kabullenmesi. Zamanla ilişkide olduğun insanların tozlanmalarını bknz. değişimlerini- kabullenmek zorundasın.Benim streç folyo taktiği de bu uyarlamada maalesef işe yaramıyor, kapladığın yalnızca seni bağladı,bir dönem durumu götürür sonra aç kapa yalama olur o streçte.Gına gelir tekrar
kaplamaktan.Üstünü örtemediğine çabalama. 
   *
   Israrla tek bir toz kalmayıncaya kadar silme çaban da seni yormaktan öteye gitmez. Öylece hafif tozlu mozlu kabullenmek senin de tozlanmışlığını kabul etmektir bir yerde. Sonuçta tozlandığı için kalkıp camdan fırlatmadığın bir tv bir elektronikler sistemi var evinde. Kimseyi de kaldırıp atamadığın gibi, tozlandığından sebep...
   * 
   Gel sadede, bitir.
 Dileyelim; kendi tozumuzdan değil, tozunu almaya çalıştıklarımızdan nem kapmayalım, 
 bize yeter. 

16 Mart 2014 Pazar

Canım Zamana Bırak!

 
    
    Milletçe had bildirme işine bayılıyoruz. Bu hep böyle gider aslında doğru orantılı. Değişeceğine dair henüz bir işaret tarafıma ulaşmadı. Nerede hakçılık savunucusu görsen hep bir had bildirme 'sen sus' azarlaması derdine düşmüş.Günlük ilişkiler de böyle yürütülüyor; nadiren rastladığım bir-iki arkadaşım 'işine baksın herkes' diyerek durumu toparlayıp yoluna bakıyor. Gerisi karmasını kirletmekten öteye gidemiyor. İntikam soğuk yenen bir yemek olmaktan çıkıp direk karşı tarafın tabağına yanar dönerli maytaplı servis edilme derdinde. Peki neyin peşindesin sen? Sen kimsin, kime halleniyorsun, bu ne şiddet bu atar?
      

Bu tarz en çok bizim millette var bence.-Güzel yönlerimiz de yok mu, tabii var -Ama bu konuda yapılan bir yanlışın çok doğruları götürdüğü aşikar. Sonucunda eline belki de daha sonra vicdan sızlaması olarak geri dönecek olan haklı zaferinden başka bir şey geçmiyor bana kalırsa. Bunu bir de dost meclisinde anlatma işi var; sanıyorsun şimdi adamakıllı bir anekdota değinecek ama yok, savaş gazisi kendisi anlatıyor da anlatıyor...Çünkü o haddini bildirdi dostunun, düşmanının. Ne acı. Zayıflıktan tir tir titremenin eyleme dönüşmüş hali gibi sanki. Haddini bildirmezsem düşerim, biterim. Kaleleri,kuleleri,kazanması gereken bir meydan muharebesi var sonuçta...
    Hırs ancak iyi amaçlar uğruna yönlendirildiğinde hedefine doğrudan ulaşabiliyor. Öteki yüzü ise; yolundan sapma ve hem kendine hem çevrene fazlaca zarar veriyor, bilinmeli. Bahsedilen konu tabii ki bu hak arama, hak bildirme işi maddi ve yüksek manevi değerler açısından tartışılırsa, mahkemene de git, avukatını da tut. Orası çok ayrı. Burada söz konusu, ucuz gündelik meseleyi kendi gündemin(!) haline getirmek ve bunu ahlaki değerler çerçevesinde ordan-burdan yargılamak. Bunu anlayamıyorum ben işte. 
   Kendi halinde insanları çok seviyorum ben. Onlardan birkaç tane bulursanız sakın kaybetmeyin. Bolca yolunuzu aydınlatıyor bu arkadaşlar, hem de ne... 
     Zaman muhabbeti var bir de. 'Canım zamana bırak, akışına bırak' cılar da var, çokça rastladığımız tipler bunlar. Telefonu eline alıp rastgele aradığın, mevzuyu bahsettiğin birinden gelişine duyabileceğin sözde basit, ama özde çok manalı cümle. Öyle de olmalı... Herkes haklı; ama kusura bakma sen hırsından, had bildirme çabandan gözün büründüğü için henüz idrak yolların tıkalı.
     İnsan değişmiyor tabi ama törpü denen şey çok işe yarıyor. Doğru kullanmasını bilirsen istediğin kıvama birkaç kazık yeme ve fütursuzca davranışlarından sonra nihayet gelebiliyorsun. 

Olsun bazen yolda giderken üç-beş arabaya tökezlemek trafiği toptan tıkamaktan iyidir. 
   
     
    Haddini bildirdiysen seni tebrik ederim, hak edene hakkını vermek de yetenek ister elbette. Ama ne vardı-İntikam soğuk yenen yemekti ve sen sıcak servis etmeyi tercih ettin- O zaman şöyle yuvarlarsak konuyu;
dil yarası en çabuk geçen yaradır, en fazla olacağı ağzı yanar,
o da 1-2 güne kalmaz geçer...

9 Mart 2014 Pazar

Ortaya Karışık Olsun


      Geçenlerde yeşil çayın faydalarını dinliyorum.Yeşil çay... Tamam çok faydalı, en başta zayıflamaya yardımcı ama ne bilim balık gibi kokmuyor mu ya bu. Bana mı tribi yalnız balık balık...
   ...
   Hapşurduğunda 'çok yaşa' demediğim için surat asan, hatta durumu abartıp içten içe ağır bozulan insanla karşılaştım. Sonra hemen uzaklaştım, kendine yetememek zor şey; sonuçta hapşuran sensin, banane. 
  ...
  Yapılan araştırmalara göre insanların en mutlu olduğu zaman dilimi cumartesi akşam 19:00 civarlarıymış. Bütün arkadaş, eş, dost vs. görüşmelerini demek ki bu vakitlere denk getirmek gerek. Frekans tutturmak bazen zor iş.
 ...
  Çok zamandır çiçek ile romantizm arasında bağ kurmaya çalıştım, türlü yazılar okudum, ikna olamadım açıkçası. Çiçek güzel ve nazik, hoş kokar. Romantizm duygu; sen bunu toprak grubuyla nasıl ilişkilendirdin yüzyıllardır. Bence. 
 ....
   Anlatılan bir konuya yorum olarak ' are you cola ' dediğinde topluca başka evrenlere seyahat edebilirsin. Tümden beyni bedeni alıp götürüyor tepkimeler.Şuursuzca paralele transfer gerçekleşti.
...
 Teoman'la Emre Aydın şarkılarda İstanbul kullanma işinde sağlam kapışır.
 ... 
  Kasti söylenen tırıvırılara gülüp geçmeli insan, ama yememeli, yutkunmalı ama sindirmemeli yeri geldiğinde kusarsın. Sıkıntı yok. 
 ...
  İyi gün kötü gün dostu diye ayırma işine ayıkamadım epeydir. Dostun iyi günü kötü günü nasıl oluyor? Bi kere adam müneccim mi nerden bilsin. Derdini söylemeyen derman bulamaz. Sen demezsen ben nerden bileyim. Dedin de kötü günde olmadık mı? 
  ...
   Cumartesi aşk günü, pazartesi aldatma günüymüş, paranoyanın atası bu tarz bi tespit herhalde. Yersen.
  ...
   Sonuçlarının kimseye bir zararı dokunmadığı sürece 'canım öyle istedi yea' nın çok gideri var. 
 ...
  Geçen baktım hala 'home sweet home'  bitmemiş. Sweet de bi yere kadar. Daha hiç  'ev tatlı ev şeker ev' diye paylaşana rastlamadım.Yaktınız beyinleri iyice aferin. 
  ...
   Evdeki tartı bozulunca denetlenmeyen müessese gibi oluverdik birden. Hemen yemek siparişleri, marketten stoklar gırla. 
  ...
  Çocuğunun ismini Yeter koyabilecek kadar çıldırmak, kendinden geçmek nasıl birşey acaba. Nasıl bir tahammülsüzlük derecesi.
  ...
  Çok çıkış aradım olmadı. Bu ülkede her yaştan insanın pepeyle yaşamayı öğrenmesi gerek.
 ... 
  Değer verdiğim zaman değişmeyen insanlar sipariş ettim. Defolu çıktı. 
  ... 
   'Du bakalım' kullananla 'dur bakalım' kullanan arasında çok kalın bir çizgi var aslında. 'Du bakalım' cılar bi kere zarif ve bunu muhtemelen başkasından ağız alışkanlığı edinip başkalaştılar. 'Dur bakalım' kullanan birine denk geldiysen orda hakkaten bi dur bakalım. 
  ...
   Anlatır dinlersin, sen anlatırsın 'boşver kanka yea takma, salla' ? Peki ben az önce sana öyle mi dedim, en az yarım saat derdine ortakçı dedem miydi? Nesin sen? Çakma zekalı.
 ... 
  Bazen hepisini bilemediğim yabancı şarkıların sadece tek bir dizesinde çıkışımı yapıyorum, Napim. Bilmiyorum. Sanki hepsini bilen arkadaşlar dinleyerek ezberledi, şarkısözü.net açıp karaokeleyemedim.
 ...
   Uzaya giden ilk sivil Türk röportajı: Elinize 66 maddelik acil durum bilgisi veriyorlar ama onlar laylaylom yea' dedi. Neden sonra anladım uzay kim biz kim. Hallederiz kafası işte.  
 ...






8 Mart 2014 Cumartesi

İnstagramcının Çilesi

 

      Bir instagram çılgınlığı aldı başını gidiyor. Bu uygulamayı kullanan biri olarak şimdi burdan ahkam kesmek sana zahmet bana eziyet gerçi. Akıllı telefonların icadıyla başladı mevzu; İ.G.den önce aile kareleri, arkadaşlar çekildi neden sonra herkesin içinde sakladığı amatör fotoğrafçı çıktı piyasaya. Ardından bulut, çiçek, böcek, dağ, taş ne varsa artık anasayfada gördük, görmeye de hepimiz bıkana kadar devam edeceğiz belkide. 
Sorsan herkes anı yakalıyor. Resim yeterince aydınlık değil mi? Amatörlük mü akıyor resimden? Sıkıntı yok, türlü türlü fotoğraf düzenleyiciler var. Hemen ordan bir kaç filtre atıyorsun resmine tamam. Çirkin insan yoktur başarılı filtre vardır mottosuyla sen de artık güzelsin. Kötü bulut yoktur kaliteli drama uygulaması vardır e o zaman sen de artık 'fotğrafçı'sın. Herkes güzel fotoğrafçı artık paniklemeye gerek yok. Beğeniyoruz.
     
       Neyse... Bu insta çılgınlığı çığ gibi büyürken kendi içinde kategorize olmaya başladı tabii. Mesela bir 'can sıkıntısı' fotoğrafları grubu var. Çok ilginç hakkaten. Bilinçaltı denen şey nasıl işliyorsa artık instacılara neler yaptırıyor.
Grubun tarzı kendi 'selfie' lerini (selfieler için ayrı bir başlık açıp saatlerce geyik döndürülür o ayrı) çekip altına canım çok sıkkın, can sıkıntısı,canım sıkılıyor yea, can sıkıntısı vol 839545405 gibi alt yazı girerek paylaşmak. 
Benim anlamadığım şey; e sen resimde gülüyorsun, en güzel pozunu vermişsin kendince tamam kaşın gözün güzel yakışıklısın güzelsin iyi de o resimde can sıkıntısına dair pek bir şey göremedim ben. Canın çok sıkılıyorsa -git bi çay demle onu paylaş bari hep birlikte keyiflenelim. Antipati seviyesini yükseltme anasayfada. Açıkçası atarlı tripli bir grubun icadı olduğunu düşünüyorum bu fotoğraf tipinin. Ayrıca bu canı sıkılanların geliştirdikleri bir savunma mekanizması da olabilir kanımca. Hani ki -ben böyle arada saçmalıyorum kusura bakmayın bunlar hep can sıkıntısından - diyerek bize kendi resmiyle mesaj veriyor. Olabilir.
   

   Bu arada çok tatlı bir klip var, arada onu da reklam yapmak istedim. Duke dumont ft.Jax Jones- I got u. Maksat renk olsun.
    
    
   Neyse, dön konuya. Şimdi düşünürsek bu instagram mevzusunu sakız gibi çeke çeke çekiyorsun, ucu bucağı yok böyle. Beni en çok çeken köpürtmesinden ziyade 'sofralar' grubunu takıntı haline getiren arkadaşlar. Geçenlerde tabakta tiramisu paylaşan arkadaşı 'bize ne senin yediğinden' diyerek eleştiren birini gördüm; gözlerimle güldüm ayaklarımla alkışladım. Bir yönden haklı bulduğum öte yandan -sanane yaa isteyen istediğini çeker paylaşır- diyerek kendimle çeliştiğim durum gelişti bende. Bu göreceli bir konu tabii ama şimdi hani bazen -o kadar da değil, milleti neden telefonun başında yutkunduruyorsun pasta börekle-diye de atarlandım içten. Değişik ama benim de yapmışlığım oldu vaktinde.Yiğidi öldürdüm hakkımı verdim. 
    Sofra grubu demiştik. Sofra dizaynı önemli. Bilmiyorsan yüzlerce cook mook, table design tırıvırı türlü hesaplar var onları takip edip birkaç alışveriş sonrası sen de hazırlayabiliyorsun kendi masanı. Sonrası filtreleme yeteneğine kalmış sevgili amatör. 
En çok da üzüldüğüm tarafı olayın; emek çok fazla...Çatalından peçetesine, örtüsünden yemek takımına ordan masaya serpiştirilen mumlar çiçekler...Süreç zorlu.Ama bakıyorsun 6-7 beğeni. Belli ki demirbaşlar; anası,dayısı, amca kızı beğenmiş. Sofrayı instagrama koyma çabasıyla hazırlarken oysa ki ne kadar da umut top seviyedeydi. Yorumlar beğeniler havada gırlaydı. Sofra grubunun fotoğraf altı yazılarına hiç girmiyorum bilen bilir ,onlar zaten bambaşka birbirinden içli, sevgi pıtırcığı,kraliçe elizabet tadından yenmiyor. 
İşte böyle bir instagram çilesi aldı başını gidiyor. 
   Manzara, bulut, sofra, kendim fotosu (selfie); hepsi için -bir tane çekiyorum canım direk onu paylaşıyorum -diyen bilare bana bi ulaşsın.Öyle bir instagramcı yok. Bildiğim peş peşe farklı açılardan bir set (en az 10) çekilir içlerinden bir tanesi -en dinamik, net, herşey dahil- seçilir filtrelemeden sonra paylaşılır. 
     Böyle kafalar yaşatıyor işte bu program. Hoş aslında, eğlence garantili, doyum dozajı yüksek diyerek konuyu kaplayalım. 'Selfie'leri seviyoruz dünyaca. Mimikler, bakışlar derken herkes kendini ifade edecek bir çıkış buluyor sonuçta. Ama selfieler azalarak biter mi bitmez mi, demode mi olur? Cevabın Ellen Degenees'in 86.Akademi Ödülleri'ndeki selfisiyle yeterince netlik kazandığını düşünüyorum. Yakında fotoğrafçılık derslerinde okutulabilecek bir ders olarak da görme ihtimalimiz yüksek. Fotoğrafçılık/Selfie'ye Giriş 301- Introduction to Selfie Lesson 403. 
  
 ..................
 Neyse...Bu yazıyı da zaten 'can sıkıntısından' yazmıştım. 
 Resim çekip altına 'can sıkıntısı' yazmak gibi bişey yani. Az takılmalık.


Wat Arun- Wat Pho -Bangkok Harikaları


    
       Wat Arun... Tay dilinde 'şafak tapınağı'. 
Mimarisi Eyfel kulesi görünümlü bu görkemli tarihi tapınağa biz tekne vasıtasıyla ulaşmayı tercih ettik. Chao Praya nehrinde beş dakikalık bir mecerayla tapınağa ulaştık. 


Neden tekne derseniz yüz kişiye sorduk en kestirme trafiksiz böyle gidileceğine kanaat getirdik. 
Bir taşla iki kuş; hem nehir gezisi hem tapınağa kestirme varış.